Mesud Topal’ın yazdığı “Vicdan Bir Kara Kutudur – Oppenheimer”, “Bilim ve teknolojinin kötü emeller uğruna kullanılması” lafına “sehven” dahil olan J. Robert Oppenheimer’ın hayatını azimli bir öğrenci olduğu okul yıllarından başlayarak ele alan, “ateşi çalan adam”ın yaşamındaki kritik dönemeçlere tanıklık eden ve onun vicdanıyla okuru baş başa bırakan kapsamlı bir biyografi kitabı.
Bu yıl doksan altıncısı düzenlenen Oscar Ödülleri’ne çok da şaşırtmayan “Oppenheimer” filmi damgasını vurdu. “En İyi Film” dalında ödülleri sıralamaya başlayan “Oppenheimer”, Christopher Nolan’a “En İyi Yönetmen”, Cillian Murhpy’ye “En İyi Erkek Oyuncu”, Robert Downey Jr’a “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödüllerini kazandırdı. Hali hazırda tekrar Oscar vesilesiyle tekrar izleme listemize aldığımız “Oppenheimer”ın hayatına bu kez de “yazılı” olarak bakalım dedik ve Mesud Topal’ın yazdığı, Kara Karga Yayınları’ndan çıkan “Vicdan Bir Kara Kutudur – Oppenheimer” kitabına göz diktik. “Bilim ve teknolojinin kötü emeller uğruna kullanılması” lafına “sehven” dahil olan J. Robert Oppenheimer’ın hayatını azimli bir öğrenci olduğu okul yıllarından başlayarak ele alan kitap, “ateşi çalan adam”ın yaşamındaki kritik dönemeçlere tanıklık ediyor.
25 yaşında, “Üstün Fizik” dereceli bir yardımcı doçent
Kitap, babası 17 yaşında Almanya’dan New York’a göç edip parayı erken yaşta vurunca, Oppenheimer, sanatın, bilimin, ekonominin hızla geliştiği New York’un kucağına düşmesiyle ve bu sayede en iyi öğretmenlerden eğitim alarak altyapısını erken ve sağlam biçimde hazırlamayışıyla başlıyor. Fazlasıyla meraklı, öğrenmeye yatkın bir öğrenci olduğunu okuduğumu Oppenheimer1925 yılında Harvard Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra dönemin en önemli fizik çalışmalarına imza atan Cambridge’te fizik eğitimi görmek için İngiltere’ye gider.
Burada ayak epey bir süre ayak işleri ve angarya işlerle uğraşan Oppenheimer’in hayatı, 1926 yılında dünyaca ünlü fizikçi Niels Rohr ile tanışmasıyla bambaşka bir yöne girer. Ondan aldığı ilhamla kendini kütüphaneye kapatıp gece gündüz okuyup çalışan Oppenheimer, Cambridge’de zaman kaybetmeden bir an önce fizik çalışmalarına başlamak için Almanya’daki Göttingen Üniversitesi’ne başlar. Buradaki fizik öğretmeni Nobel ödüllü fizikçi Max Born olan Oppenheimer, ertesi yıl “Üstün Fizik” derecesiyle diplomasını alıp ülkesine döner. Aynı yıl içinde Ulusal Araştırma Konseyi’nde çalışan, Harvard ve Kaliforniya üniversitelerinde dersler veren Oppenheimer, 1929’da daha 25 yaşındayken Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nde ve Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nde fizik bölümünde yardımcı doçent olur. Sonrası zaten malum.
Oppenheimer’ın eğitim hayatını ve gençlik dönemini bu kadar uzun tutmamın sebebi, babasının ona sunduğu imkânları -en azından atom bombasını bulana dek- sonuna kadar ideali ve ilgi duyduğu alan üzerinde kullanmış olması. Yaşıtları “jazz band”lerle pistlerin tozunu attırırken Oppenheimer, laboratuvarda, kütüphanede, evde, her nerede olursa olsun kendine çizdiği yolda yürüyordu. Bu açıdan onun yardımcı doçent olana kadarki dönemi ayrı bir dönem taşıyordu. Geçelim diğer mevzulara…
Adım adım atom bombasına…
Mesud Topal, toplamda on ana başlığa ayırdığı kitabında, Oppenheimer’ın eğitim döneminde geniş bir yer ayırdıktan sonra dönemin politik atmosferiyle Oppenheimer’ın yaşamını paralel bir çizgide ele alarak bu yolun kesiştiği nokta olan atom bombasına götürüyor okulu. Zira Oppenheimer, yardımcı doçent olduğunda Amerika’da Büyük Buhran patlak vermişti. 1933 yılında ise ülke tam anlamıyla çöküş noktasına gelmişti ve “kalabalık işsizler toplulumu” olarak anılıyordu. O sırada okyanusun doğusunda bambaşka bir sosyal oluşumun ayak sesleri tüm dünyaya yayılmaya başlamıştı. Aynı yılın Mart ayında Almanya’da iktidara gelen Hitler’i, tüm dünya büyük bir tedirginlikle izliyordu. Bir sonraki adımı katiyetle önceden kestirilemeyen bu adamı yakından takip edenlerden biri de Oppenheimer’dı ve onun ilerleyen süreçte atom bombasını icat etmek zorunda bırakacak olan kişi bu adamdı.
Ancak atom bombası Hitler’in üzerinde değil, Japonya’nın üzerinde patladı. 1941 yılında Amerika, Hitler’i durdurmak için atom bombası fikrini ortaya attı ve bilim insanları bir atom bombası icat etmek için New York General Electric’in laboratuvarlarında bir araya geldi. Oppenheimer de bu grubun arasındaydı ancak aklında hâlâ atom bombası fikriyle ilgili çelişkiler yatıyordu. Bu süreç devam ederken Japonya Pearl Harbor’daki Amerikan üssünü bombaladı. Bu saldırı ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmesine neden oldu. Nazilerin önlenemeyen yükselişi, Franco’nun İspanya’yı faşizme boğması ve son olarak Pearl Harbor saldırısının ardından Oppenheimer’ın kafasındaki soru işaretleri dağıldı ve atom bombası fikrini haya geçirmek için 1942 yılında Manhattan Projesi kuruldu. 6 Ağustos 1945 sabahı da Hiroşima’ya yüzbinlerce insanın ölümüne sebep olacak dünyanın ilk atom bombası atıldı. Ve bunu icat eden kişi Oppenheimer’dı.
Oppenheimer’ın vicdanı ne diyordu?
Peki insanlık tarihine ve hafızasına kapkara harflerle kazınacak bu “olay”ın ardından Oppenheimer ne hissediyordu? Vicdanı ona ne söylüyordu? Ailesinin başına neler geldi? ABD, Oppenheimer’ın öğrencilik yıllarında “bulaştığı” komünizmle olan ilişkin dosyaları neden tekrar ortaya çıkardı? Bu soruların hepsi Mesud Topal’ın kitabında cevaplanıyor. Ancak Topal’ın Oppenheimer biyografisini etkin kılan esas unsur, yazarın, neredeyse doğuştan bir bilim insanı olan Oppenheimer’ın bilim dışında kalan dünyasının bilim içinde kalan dünyasıyla kesiştirdiği noktalar ve buradan yapılacak çıkarımlarla dolaylı olarak yüz binlerce insanın yaşamını kaybetmesine yol açan bir insanın vicdanına ulaşmak. “Vicdan Kara Bir Kutudur – Oppenheimer”, işte bu çıkarımın ateşten taşlarla döşenmiş yollarında gezinen kapsamlı bir biyografi kitabı.
Sedat Yılmaz
0 Comments