Alman yazar, çevirmen ve yayıncı Franz Hessel’in en önemli eseri sayılan “Berlin’de Gezinirken”, Nazi faciasının henüz başlamadığı Weimar döneminin Berlin’inin ruhunu içine çekerek, “içeride” onu yoğunlaştıran ve okura kentin “içerideki” süzgeçten geçmiş halini anlatan, bir flanöre yaraşan anlatı biçimiyle, okuru zamanının Berlin sokaklarında dolaştırıyor.
1880 yılında doğan Franz Hessel, çocukluğunu Berlin sokaklarını arşınlayarak geçirmiş. Yahudi bir banker olan babası 1900 yılında ölünce, Hessel’e ömür boyu yetecek yüklü miktarda bir miras bırakmış. Münih’te edebiyat eğitimi alan ve sonrasında kentin edebiyat âlemine katılan Hessel, 1906 ile 1914 yılları arasında Paris’te yaşamış. Kente dair gözlemlerini analizlerle harmanlayan düzyazılar ve öyküler yazmış. 1924 yılında Weimar Cumhuriyeti döneminde yayıncı Ernst Rowoth ile çalışmaya başlayarak “Vers und Prosa” adlı edebiyat dergisinin editörlüğünü üstlenmiş. Walter Benjamin’le birlikte yaptığı Proust çevirilerinin yanı sıra Stendhal, Balzac ve Casanova’nın da eserlerini çevirmiş. 1938 yılında Güney Fransa’ya kaçan ancak 1940 yılında toplama kampına gönderilen Hessel, bir yıl sonra serbest bırakılmasının ardından yaşama veda etmiş. Franz Hessel’in en önemli eseri sayılan “Berlin’de Gezinirken”, kısa süre önce Ketebe Yayınları etiketi, Ahmet Arpat çevirisiyle Türkçe olarak yayımlandı. Nazi faciasının henüz başlamadığı Weimar döneminin Berlin’inin ruhunu içine çekerek, “içeride” onu yoğunlaştıran ve okura kentin “içerideki” süzgeçten geçmiş halini anlatan Hessel’in kitabı, bir flanöre yaraşan anlatı biçimiyle, okuru zamanının Berlin sokaklarında dolaştırıyor.
Baştan sona destansı bir kitap
İlk basımı 1929 yılında yapılan “Berlin’de Gezinirken”i, “çocukluğundan beri şehrin Hessel’e anlattığı hikayelerin bir yankısı – baştan sona destansı bir kitap” olarak tanımlayan ve Walter Benjamin, bizde, “Bir şehrin yabancısı orayı yerlisinden daha iyi tanır” minvalindeki deyişe denk gelen bir önsöz yazmış. Şöyle diyor Benjamin: “Günümüze ulaşan bütün kent tasvirleri düşünüldüğünde, kentin yerlileri tarafından yazılanların, kentin yabancıları tarafından yazılanlara kıyasla sayıca çok daha az olduğunu görmemiz gerekir. Yüzdeki telaş, egzotik, pitoresk: Bütün bunlar ancak kentin yerlisi olmayanı ele geçirir. Yerlisi için kentin imgesini yeniden üretmesi başka, daha derin güdülere işaret eder -bir mesafeyi kat etmekten ziyade geçmişe yolculuk eden birinin karakteristik güdülerine. Yerlinin kent kitabının hatıratla bir ilgisi bulunur: Çocukluğunu o yerde geçirmiş olması boşuna değildir. Franz Hessel’in çocukluğunu Berlin’de geçirmiş olması gibi. Eğer şimdi yeniden yola koyulup kentin içinde aylak aylak geziniyorsa, bunu betimleyici yazarın elindeki konuya sıklıkla getirdiği o endişeli izlenimcilikten etkilenmeden yapıyordur. Zira Hessel hiçbir şeyi betimlemez, anlatır.”
Sadece “şeyler”e takılı kalmıyor Hessel
Tam da Benjamin’in özetlediği şekilde dolanıyor Hessel. Meydanlara, sokaklara, müzelere, kafelere girdiğinde başlıyor aylaklığı. Başlamak da zorunda. Zira diğeri, yani Benjamin’in belirttiğinin tersi olsaydı, anlatmak yerine betimleseydi, bir turist olacaktı Hessel. Bunu, o ân bulunduğu yeri “yaşamak” olarak da adlandırmak mümkün. Örneğin arkadaşları Gert ve Maria ile ensesi kalınların takıldığı Horcher lokantasına gittiklerinde, Maria ile masaları donatmış bakanları gözlüyorlar. O anlar kafaya yazılırken, masada dönen asıl mevzu kadınlar misal. Bir yandan bu büyük devlet adamlarının sofralarını izlerken diğer yandan kadınlar hakkında muhabbete dalıyorlar. Oradan “Barberina” adlı bir mekânın yeni açılan şubesine geçiyorlar. Ortam fazla kasıntı. Maria, tam karşıdaki Eldorado’ya gitmeyi teklif ediyor. Çünkü orada marjinallerden küçük kızlara, saygıdeğer hanımlardan kravatlı beylere kadar türlü çeşit insan bulmak mümkünmüş! Sonrasındaysa bambaşka bir yere gitmeye karar veriyorlar. Hessel için problem yok. O, kendilerini kapıda karşılayan müdürden başlayıp “Camaretli Küçük Kız” şarkısındaki “sakat” sözleri anlayıp anlamayanları, anlayanların müstehzi gülüşlerini takip ediyor içkisini yudumlayarak. Çünkü hayat, o ânda, orada atıyor Hessel için. Ve Hessel bunu yaşıyor.
“Berlin’de Gezinirken”, bir “yaşantı” kitabı. Yukarıda verdiğim gibi onlarca örnek var. Ve sadece “şeyler”e takılı kalmıyor Hessel. Yolda yürürken gördüğü yüzlerdeki ruhu da radarına alıyor. Alıyor ki; iyice hissetsin. Ve böyle böyle dolanıyor Berlin’de…
0 Comments