İnsanlar evlerine kimse girmesin diye kapılarını ve pencerelerini kapatıyor ama sonrasında televizyonlarını açıyor. İyiliğiyle, kötülüğüyle bütün dünya salonda artık!
Bir zamanlar her evde radyo varmış, her semtte de sinema. Televizyon bir bakıma radyonun ve sinemanın yerine geçmişti: Her evde sinema! Televizyonun içeriğinin zenginleşip sadece haber değil eğlence, müzik ve dizilerin de gösterilmeye başlamasıyla televizyon yaygınlaşmış ve “bütün bir dünyayı küçük bir kutuya sığdıran bu makine” her eve girmeye başlamıştı.
Bir zamanlar sosyal hayatın bir parçası olan komşu ziyaretleri, birlikte eğlenme, sohbetler vs. artık yerini bir kutunun karşısında oturmaya bırakmış. Ayfer Tunç, Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek kitabında şunları yazıyor: “… Televizyonla birlikte özellikle küçük şehirlerde hayatın ağır ritmi değişti, alışkanlıklar terk edildi. Yazın evlerin bahçeleri boş kaldı. Çay bahçelerinde oturup dondurma yiyenler azaldı. Kış gecelerine tat veren akşam oturmalarından vazgeçildi. Komşular bir araya geldiklerinde ortaya çıkan iskambil kâğıtları çekmecelerde unutuldu…”
“Aaa Aşkı Memnu’nun romanı çıkmış!”
Türkiye’de 70’li yıllarda yayına başlayan TRT 1984’te tam gün yayına geçti. Aynı yıllarda renkli televizyonlar piyasaya çıktı. Bunu 1990’larda özel televizyonların kurulması izledi. Artık insanlar dünyayı sadece otoritenin değil sermayenin de kendilerine sunduğu şekliyle izleyecekti.
Özel televizyonlarla birlikte TV dizileri de artmaya başladı. Dallas ve Küçük Ev’i gözünü kırpmadan izleyen halkın çocukları ve torunları için artık daha fazla dizi vardı. Her tarzda TV dizisi çekiliyordu artık; komedi, dram, polisiye, hatta gerilim…
Artık mütemadiyen televizyon izliyoruz… Hep ve sadece televizyon izliyoruz. “Kumanda manyağı” olduk çünkü!
İzlediğimiz televizyon programları “hayatımızın” bir parçası oldu. Artık dizi karakterlerinin replikleriyle konuşuyoruz günlük hayatlarımızda, dün akşamki dizide neler olduğu üzerine sohbetler ediyoruz. Sanki onların hepsi kurgu değildi de gerçekmiş gibi. Küçük Ev’de kahramanların dramına ağlayan babaannelerimizle dalga geçerken, Kurtlar Vadisi’nde ölen Çakır karakterinin arkasından taziye ilanları veriyor ve hatta gıyabında cenaze namazını kılıyoruz. Hürrem Sultan’ın yüzüklerini arıyoruz her yerde. Kitapçıların vitrininde gördüğümüz romana bakıp “Aaa Aşkı Memnu’nun romanı çıkmış!” diyoruz tüm cehaletimizle. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sını Amerikalı şarkıcı Madonna’nın hayat hikâyesini anlatan biyografi kitabı zanneden televizyon ünlülerimiz var.
“Televizyon bir eğlence parkıdır”
Kısacası, tam anlamıyla televizyon, sosyal yaşamımızın “lanet olası” bir parçası haline geldi. Kendi dünyasını yarattı ve bizi içine çekti bu yalan ve sahtekâr dünya. 1976 yapımı Network filminden bir tiratla bitirelim. Howard Beale karakteri milyonlarca Amerikalı’ya sesleniyor televizyondan:
“…Televizyon gerçek değildir, bir eğlence parkıdır. Televizyon bir sirktir, bir karnavaldır. Can sıkıntısı giderme işi yani. Gerçeği istiyor musunuz? Bizden, hiç bir gerçeği öğrenemezsiniz. Biz size duymak istediklerinizi söylüyoruz o kadar. Yalan söylüyoruz. Biz hayal ticareti yaparız. Hiçbiri gerçek değil. Ama siz orada oturur, günlerce, gecelerce, her yaştan her renkten, her dinden bir sürü insan oturup bizi izlersiniz. Ve burada uydurduğumuz hayallere inanmaya başlarsınız. Ekranın gerçek, hayatlarınızın hayali olduğunu düşünmeye başlarsınız. Ekran size ne derse onu yaparsınız. Ekrandaki gibi giyinir, yer, çocuklarınızı büyütürsünüz hatta düşünürsünüz. Bu bir delilik! Tanrı aşkına gerçek olan sizlersiniz, biz hayaliz hayal. Televizyonlarınızı kapatın, kapatın ve beni yok edin…”
*Bu yazı daha önce 17 Eylül 2017 tarihli Yurt Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
2 Comments